“Latince (Ad Percipere)den gelir ve ma’na-yı lağviyyesi (bir şeyi
batınen idrâk etmek ve tanımak) demektir. Bu kelimeyi lisan-ı felsefiyyeye
(bir ta’bir ıstılâhı olarak) en evvel idhâl eden (Leybniç - Leipnitz)’dir.
Lisan-ı ‘âdide, (aperception), sahihen bir (idrâk-ı dakik), bir (ince
görüş)dür ki bu kâbiliyette yalnız (hiddet-ı havâs – acoite des sens)
kifâyet etmez; (dikkat – l’attention) dâhi şarttır; çünkü en mühim rolü
oynayan odur. Mesela karşımızda duran divarı görürüz; bu kadri (idrâk -
perception)dır. Sarf-ı havâsımızın (tehiyyec-i infi’âlî – excitation
passive), bu (fi’l-i idrâkın – acte de percepiton) husulüne kifâyet eder.
Fakat nazarımızı yalnız bir noktaya tevcih eder de layıkıyla dikkat
eylersek – farizen – divarın o noktasında gayet küçük bir şeyin hareket
etmekte bulunduğunu (ve onun mesela bir karınca olduğunu) görürüz ve
tanırız.”
Kaynak: Rıza Tevfik, Mufassal Kamus-ı Felsefe, s. 295
Kaynak: Rıza Tevfik, Mufassal Kamus-ı Felsefe, s. 295
Yorumlar
Yorum Gönder